A. Hamdi TANPINAR’ın BURSA’sı Tanpınar yarışmasının birincisi İsmet Emre’ye göre ‘Bursa’nın güzelleştiremeyeceği insan; Tanpınar’ın güzelleştiremeyeceği şehir yoktur. Her şehir, bir kadın gibi, kendisindeki güzelliği görüp kendisi hakkında şiir yazacak şairini beklermiş…’ ‘Şehirleri en güzel anlayanlar şairlerdir…’ Öyleyse Bursa’nın şairi kim?.. Tıpkı insanlarda olduğu gibi, şehirlerde de ilk bakışta kendini gösteremeyen ve ancak dikkatli bakınca görülebilen tarafları vardır. Gözle görülür kısmı sıradan insanlar içindir; gizemli ve keşfedilmeyi bekleyen tarafı ise şairler için. … Misafir ettiği insanlar, onu sadece dış hatlarıyla, ezbere, yüzeysel biçimde görünürler. … Belki her şehrin şaire bu yüzden ihtiyacı vardır. Belki her şair bu yüzden kendi şehrini aramaktadır. Şehirler de şairini arar… Her soylu şehrin, mutlaka bir şairi vardır. Kendisine şiir yazılmamış şehrin boynu büküktür…’ ‘Şehrin ruhuyla, insan ruhunun en şiirsel biçimde meze olduğunu gösteren şey, şehrin insana zamanı unutturmasıdır. Zaman yoksa dert de, ağrı da yoktur. En bahtiyar şehirler, kendilerine konuk olan insanlara zamanı unutturanlardır. Çünkü zamansızlık, bir vecd ve kendinden geçme durumudur…’ ‘Zaman zaman içinde, Bursa zaman içinde’ Bursa, zamanla birlikte anılmıştır. Çünkü Tanpınar’a göre Bursa, zamanı ortadan ikiye ayırmıştır. Kronolojik olanla, derinin altında yerleşerek hayatı oradan seyreden zaman arasındaki farkı bir tek Bursa’da müşahede etmiştir. … Zaman silikleşmiş, çoğunlukla da ortadan kalkmıştır. Geçmiş, ne kadar geride kalırsa kalsın, şimdinin burnunun dibindedir hep. Hatta bu o kadar böyledir ki, bazen şimdinin bile geçmişin gerisinde kaldığı olur. Şadırvandan akan su, şadırvanı yaptıran elin gerisinde kalır…’ Tanpınar’a göre zaman iki boyutludur; geçici hal ve derin hal. Belki de Bursa’da zaman daima tek parça mı, yoksa giydirilmiş zaman mı?… ‘Rüya ile hayal, hayal ile hakikat, gece ile gündüz, güneş ile göz arasında bir yerlerdedir’ zaman… ‘Şimdi Bursa’da asıl zamanın yanıbaşında, bizim için ondan daha başka ve daha derin olarak ikinci zamanı yapan şeyin ne olduğunu öğrenmiş gibiyim. Bu ses ne onun ve onun etrafı kucaklayan her dokunduğu şeyin özünü bir ebediyette tekrarlayan akisleri bu mevsimlerin ve düşüncelerin ezeli aynası, zamanın üç çizgisini birden veren tılsımlı bir aynadır. Sanatın aynası da bundan başka bir şey değildir…’ Leibniz’in dediği gibi; ‘Şehirler, geçmişin yükünü taşıyıp geleceğe gebedir…’ Şehir ve Mimari ‘Bursa’ya tarih, damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır ki, onun her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevkiyle var. … Taş, kemer, mihrap çini hepsi Yeşil’de dua eder. Muradiye’de düşünür ve Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder. … Hayatta her şeyde olduğu gibi sanatta da devam denen bir kudretin var olduğu görülür… Tanpınar’ı, bütün şehirlerden daha çok Bursa’ya bağlayan, Bursa’yı zamana karşı direndiren, onu her daim zaman-ötesi yapan mimarisidir. ‘Mimari eserlerinde taşı canlı mahluk yapan ve göze bir kalp penceresi gibi açılan eserleriyle Bursa, milliyetimizin en güzel kaynağıdır…’ ‘Aslında bir şehri yapan sır, gözümüzün önündeki abideleri, binaları, yolları, evleri hasılı eski zaman kalıntıları değildir; onların da ardında yatan anlam boyutudur, bizi bir şehre bağlayan da budur. … Şehir, açılmasını bekleyen bir kitap gibidir.’ ‘Bursa mimarisi, kadim tanrıların yetiştiği bir toprağı, yeni bir dünya görüşü, yeni bir hakikat adına bir asra yakın bir zamanda zaptetmiştir. … Bursa tüm hayat orkestrasını bir sanatın tek başına idare ettiği bir şehirdir. … Taş ve suyun izdivacı: musiki ve mimari… Bursa’da taş dua eder, ağaç zikreder…’ Tanpınar’ın Bursa’sı ‘Bursa, yedi ceddin ve yedi geleceğin, yedi gök ve yedi yerin, bizim ve bizden çok uzaktakilerin, her hususiyetiyle yaşadıkları her taşın ses verdiği her yağmur damlasının şarkı söylediği her toprak tanesinin, her ağacın, her kaldırımın, her pervazın yağmurun sesine karşılık verdiği her sözün ve her unsurun birer köprü olduğu ne kadar muhayyel ise o denli gerçek bir şehir…’ Tanpınar’a göre şimdi, geçmişten bağımsız değil. ‘Şehre hakim olan-altta birikmiş duran zamandı… Yaşadığımız, gülüp eğlendiğimiz, çalıştığımız, seviştiğimiz zamanın yanı başında, ondan daha çok başka, çok daha derin, takvimle, saatle alakası olmayan; sanatın, ihtirasla, imanla yaşanmış hayatın ve tarihin bu şehrin havasında edebi bir mevsim gibi ayarladığı velut ve yekpâre bir zaman…’ ‘Bir rüyadan arta kalmanın hüznü’ Tanpınar için rüya, insanlar keder fikrini rüyada tanımışlardır demek, lüzumsuz bir şey olmaz dedirtecek kadar önemli bir motif. ‘Bursa, bir rüyayı aksettiren çerçevelerden biri yada taşlarda gülen rüyadır… “Geçmişimdi gelecek” Bursa bir şehir ama, her şeyden önce mâzinin, halihazırın ve geleceğin kaynaştığı; Mâzinin taş, efsunun tuğla, efsanenin duvar, ağacın düşen yaprağının bile hikayesinin olduğu bir şehir. ‘Mâzi, bugün olduğu gibi gelecek zamanlarda da hayatımızın şekillerinden biridir. … Bizim için asıl olan miras ne mâzidedir, ne de Batı’dadır; önümüzde çözülmemiş bir yumak gibi duran hayatımızdadır.’ ‘Bir başkent daima başkenttir. Ne kadar susturulsa susturulsun yine konuşur. Bursa, ölülerin bile hayatımızda bir söz hakkı olduğu bir kent. Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil Bursa’da… Bir bakıma Çelebi… İnsan-ı kamil gibi, şehri kamildir Bursa. Bursa bir medeniyetin kristalize olmuş öz temsilcisidir. Bursa zamanı aksettiren bir aynadır. … Bursa müziktir, şiirdir. Her türlü rengin içinde kaynaştığı, ama en çok mâzi yeşili ve billur beyazı bir müzik… Mâzi şimdi istikbal olmuş, bendini yıkmış büyük sular gibi…’ Bursa acaba, mâzisinde yaşayan bir geçmiş zaman güzeli gibi mi? ‘Bursa, soylu geçmişini unutmadan, vâkar ve tevazu içinde çağını yaşar… Yaşadığımız zamandan kaçmak mümkün olmadığı gibi geçmişten kaçmak da imkansızdır…’ ‘Yaşadığı kente benzer insan’ Hilmi Yavuz, bir yazısında, ‘Şehirler mi insanları güzelleştirir, insanlar mı şehirleri’ diye sorar. Sonra iddiasını daha da ileri götürür; ‘Bir kentte yaşayanlar, giderek o kentin kimliğini edinir. O kent düzenliyse insanlar da düzenlidir. O kent temizse insanlar da temizdir. Gürültülü ise gürültücü, dinginse dingindirler…’ Bugün Tanpınar’ın Bursa’sını görebilmek için ‘tılsımlı bir aynaya bakmak’ gerekecek… En son Ebru K.Türk tarafından Pts 15 Oca 2007, 16:08 tarihinde değiştirildi, toplamda 5 kere değiştirildi. |
||
GÖÇ ŞEHRİ BURSA Bursa, göçlerle kurulmuş bir kenttir. Bursa’ya, tarihi süreç içinde çok çeşitli göç akınları olmuştu. Bu göçler sırasında çok çeşitli yerlerden, çok çeşitli ulus ve topluluklar yerleşti. Bursa, gerçekleşen göçlerle imparatorlu-ğun hemen her köşesindeki farklı kültürlerin birlikte bulunduğu bir kent, adeta imparatorluğun bir minyatürü oldu. Cumhuriyet sonrası Bursa’nın en önemli kültür sorunu, göçmenlerin Bursa’ya uyum sağlayamaması olmuştu. Çünkü yüzyıllardır birbirlerinden ayrı yaşamış, dilleri ve dinleri dışında ortak noktaları azalmış olan bu göçmenlerin yerli halk ile kaynaşması çok uzun yıllar almıştır. Bursa’ya gelen bu göçmen hareketi sadece olumsuzluk yaratmamış, çalışkan göçmenler Bursa’nın ekonomik ve kültürel yapısına önemli katkılarda bulunmuştur. Bugün Bursa’nın en önemli zenginlerinin Rumeli göçmeni olması bir tesadüf değil… Göçlerle kurulan şehir “Göçlerle Anadolu bugün, imparatorluğun etnik ve çok kültürlü bir minyatürü haline gelmiştir. Yalnız Türk kökeninden olan yüz binlerce göçmen dışında; Müslüman olmuş, Osmanlı kültürünü benimsemiş, menşeinde ana dili Türkçe olmayan yüz binlerce Arnavut, Boşnak, Giritli, Çerkes, Abaza, Çeçen, Gürcü bu yurda gelip yerleşmişlerdir. Onları buraya “Anayurt”a koşuşturan şey, ortak tarih ve yaşam tarzı, kültür değil de nedir? Anadolu Türkü onları kendisinden saymış, kucak açmıştır. Tarih ve kültürün etnik menşeinden çok daha güçlü bir sosyal etmen olduğunu daha iyi hangi örnek gösterebilir? Onlar, T.C. vatandaşı olmuşlar, modern Türkiye’nin oluşması ve yükselmesinde hayati hizmetlerde bulunmuşlardır. Anadolu, onlar için, gerçek bir “Anayurt” olmuştur. Bugün Türkiye’de yaşayan her üç kişiden birinin ya kendisi, ya ana babası, ya yakın ataları göçmendir.” Dünyaca ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, imparatorluğun büzülmesiyle, Anadolu’nun göçlerle imparatorluğun bir minyatürü olduğunu yazıyor. Tüm Anadolu için bu görüş geçerli olmasa da Bursa, göçlerle, imparatorluğun gerçekten bir minyatürü olmuştur. Bursa, imparatorluğun hemen her köşesinden gelen göçler sonunda çok kültürlü bir kent oldu. Göçmen şehri Bursa Bursa, göçlerle kurulmuş bir kenttir. Bursa’ya, tarihi süreç içinde çok çeşitli göç akınları olmuştu. Bu göçler sırasında çok çeşitli yerlerden, çok çeşitli ulus ve topluluklar yerleşmişti. Türklerden önce Bursa’da yaşayan Msyia ve Tyni’ler bile, Trakya’dan bu güzel beldeye göç etmişti. Daha sonra da Türkler, Orta Asya Bozkırlarından Bursa’ya geldi. Bu arada, Kütahya’da bulunan Ermeniler, ardından da Yahudiler Bursa’ya yerleşti. Bursa, yedi kez büyük göçmen akınına ve nüfus artışına uğradı. Bunların ilki, Bursa’nın fethiyle olmuştu. Birçok gazi ve abdallar, müritleriyle ve aşiretleriyle Türkistan’dan gelip yerleşmişlerdi. Orta Asya’dan gelenler Tatarlar’a, Konya Ereğli’sinden gelenler Şekerhoca Mahallesi’ne, Sivas’tan gelenler Sivasiler Mahallesi’nde, İran ve Azerbeycan’dan gelenler Acemler Mahallesi’ne, Bozkuş aşiretinin bir bölümü de Nalbantoğlu Mahallesi’ne yerleşmişlerdi. Türkistan’dan gelenler ise, şimdi bulunmayan Pınarbaşı’ndaki Özbekler Tekkesi civarına, Hindistan’dan gelenler, Pınarbaşı’ndaki Hindliler Tekkesi civarında yerleşti. 1530-1570 yıllar arasında ise, Celaliler’den kaçanların Bursa’ya sığınmaları nedeniyle ikinci kez göç akınına uğramıştır. Bu yıllarda nüfusu iki misli artmıştı. Bu göçlerin çoğu, Anadolu’nun kırsal alanlarından gelenlerle olmuştu. 93 göçmenleri çüncü büyük göç ve nüfus artışı, 19. yüzyılın ikinci yarısında oldu. Bursa bu dönemde, Doğu’dan Ermeni göçü, 1880’li yıllarda 93 göçmenlerinin yerleşmesiyle büyük bir nüfus artışı yaşadı. 1883 tarihli sayım ile 1903 yılı sayımı arasında Hüdavendigar ilinde 251.990 kişilik bir fark görülür. Bu fark, büyük ölçüde göçmenler nedeniyle oluşmuştu. Mübadele göçmenleri Bursa’da dördüncü büyük nüfus artışı mübadele göçleriyle yaşandı. Kurtuluş Savaşı sonunda Bursa’yı terk eden Ermeni ve Rumlar’ın yerine, Yunanistan’dan getirilen göçmenlere halk arasında “mübadele” (karşılıklı değişim) göçmeni denilmiştir. Yunanistan ile yapılan antlaşma gereği Bursa’ya, Yunanistan’dan mübadele göçmenleri iskân edildi. Bulgaristan göçmenleri Bursa’ya beşinci göç akını, 1950’li yıllardan sonra, Türk Hükümeti ile Bulgaristan arasında yapılan anlaşma sonucu Bulgaristan’dan olmuştu. Bu göçmenler, Bursa’da Hürriyet ve Adalet mahallelerini kurdu. Bu arada 1955 yılında Yugoslavya ile imzalanan anlaşa sonunda Makedonya’dan da yoğun göçmen akını oldu. 1970’li yılından sonra yoğun olarak fabrikaların kurulması üzerine; Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden yeni ve yoğun bir göç akını oldu. 1955 yılında 129 bin kişi yaşarken, 10 yıl sonra bu nüfus 212 bine, 1975 yılında ise 360 bine çıkan Bursa’nın nüfusu, 1985 yılında 612 bine yükseldi. Bursa’ya altıncı büyük göçmen akını 1969 yılından sonra yaşanmıştı. 1969 Bulgaristan göçleri, 1978 yılına kadar sürdü. Bu çerçevede 1969-1978 arası gelen göçmenlerin çoğu, diğer göçmenlerde olduğu gibi toplu bir yerleşm yerine, Bursa’nın farklı farklı mahallelerine yerleşmiştir. 1969 göçmenleri genellikle Hürriyet, İstiklal, Zafer, Şükraniye, Yeşilyayla, Davutkadı, Yediselviler, Mesken, Duaçınar, Sinandede, Atıcılar ve Anadolu mahallelerine yerleşti. Bunların dışında bir kısmı da Bursa’nın ilçelerine yerleşti. Bursa’ya yedinci göç akını, 1989 yılında yaşanmış olan Bulgaristan göçleridir. Bursa, Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarından itibaren dış göçler için bir çekim merkezi olmuştu. Bursa; 1950, 1969 ve son olarak da 1989 yılında, Bulgaristan’dan göç etmek zorunda bırakılan Türklerin en çok tercih ettiği il oldu. Göçmenlerin kültürel sorunları Cumhuriyet sonrası Bursa’nın en önemli kültür sorunu, göçmenlerin Bursa’ya uyum sağlayamaması olmuştu. Çünkü yüzyıllardır birbirlerinden ayrı yaşamış, dilleri ve dinleri dışında ortak noktaları azalmış olan bu göçmenlerin yerli halk ile kaynaşması çok uzun yıllar almıştır. Osmanlı döneminde gelen 93 göçmenleri ve Balkan göçmenleri daha intibak olmadan, mübadil göçmenlerin gelmesiyle Bursa’da tam bir kültür şoku yaşamıştı. Köylerindeki en önemli kültürel sorunlardan biri kuşkusuz dil olmuştu. Çünkü, göçmenlerin büyük bir bölümü, ekmek-su isteyecek kadar bile Türkçe bilmeden Bursa’ya yerleşmişti. Pomak, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Abaza, Çerkes, Dağıstan, Girit, Yanya, Preveze göçmenleri ile Çingenelerin yaşadıkları dil sorunları önemli bir kültürel sorun olarak yıllarca etkisini göstermiştir. Oysa, Bursa’dan giden Rum ve Ermenilerin konuştuğu dil Türkçe’ydi. Hatta çoğu başka dil bile bilmiyordu. Göçmenlerin Bursa’ya katkısı Bursa’ya gelen bu göçmen hareketi sadece olumsuzluk yaratmamış, bu çalışkan göçmenler Bursa’nın ekonomik ve kültürel yapısına önemli katkılarda bulundu. Bursa’da esnaflık ve özellikle ziraatte önemli gelişmeler yaşandı. Bugün Bursa’nın en önemli zenginlerinin Rumeli göçmeni olması bir tesadüf değil… Bazı gezginlere göre Bursa’ya arabacılığı göçmenler getirmiş. Gerçekten de Ticaret Odası kayıtlarında bu tür araba sahibi olanlar ve üretim yerleri göçmen mahallelerinde olduğu anlaşılmakta. Bursa ipekçiliğindeki gelişmelerde en önemli katkıyı da göçmenler yapmıştı. Özellikle Rumeli’den gelen çok iyi eğitilmiş ve yetişmiş çalışkan insanlar, Bursa’nın ekonomisinde büyük itici rol üstlendi. Göçlere Bursa nasıl dayandı? 1880 yılından 1989 yılına kadar süren bu şiddetli göç akınlarına ancak Bursa gibi bir şehir dayanabilirdi. Asırlardır yerleşmiş, oturmuş Bursa’daki şehir kültürü, gerçekleşen göçlerle büyük sarsıntı geçirmiş olsa da, her defasında yeniden ortak bir kültür oluşturmayı başardı. Farklı diller konuşan, farklı kültürler içindeki göçmenler, kısa süre sonra Bursa’ya uyum sağlayarak, Bursa’ya yeni değerler kazandırdı. Bursa, yaşanan göçlerle çok sıkıntılar yaşamış olsa da, göçmenlerin oluşturduğu dinamizminden yararlanarak yeni değerler üretmiş, ekonomisi olduğu kadar Bursa’nın kültürüne de önemli katkı yapmıştır. |
||
Bursa Kültürü ve Göç’ün Etkileri Her şehirde yaşayana şehirli denmez… Şehirli olmak, bir kültür işidir. Yarım asır şehirde yaşayıp da şehirli olamayan insanlar çoktur. Ancak bunun sorumlusu şehirli olamamış hemşerilerimiz değil, bu şehrin yöneticileridir… Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa’da yaşayan Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı… Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç ile ilgili bir Sempozyum’da yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı: Türkiye’deki hemen tüm kırsal alanlarda altyapı sorunlarının çözülmüş olmasına karşın, kentlerde yaşanan onca işsizliğe karşın yine de kırdan kente göçün yaşanması anlaşılır gibi değil. Altyapısı tamamlanan yüzlerce köy, bugün boşalmıştır. İstanbul’a göçler, kitaplarda okutulan o klasik tabirle “Kırın itmesi, kentin çekmesiyle” gerçekleşmiyor. Bugün İstanbul’a gerçekleşen göçün temelinde yatan en önemli gerekçe şu: Talana, yağmaya, yasadışılığa, gasplara olan duyarsızlık. Kırsal kesimdeki aileler için İstanbul, kısa sürede ranta dönüşebilecek sonsuz işgal alanlarının bulunduğu, fethedilecek topraklar olarak görülmekte. ——————————————- Şehirli olmak, bir kültür işidir. Yarım asır şehirde yaşayıp da şehirli olamayan insanlar çoktur. Ancak bunun sorumlusu şehirli olamamış hemşerilerimiz değil, bu şehrin yöneticileridir. Kişilerle mekânlar arasında romantik bir bağ vardır. Kişiler, çocukluğunun geçtiği mekânlar çok kötü olsa da, yeni ve farklı hatta çok daha güzel bir şehre, mekâna taşındığında bile mutlu olmaz. Her zaman çocukluk yıllarının geçtiği mekânı arar. Uzun süre mekânla kişi arasında bir uyum sağlayamaz. Kişi bu yeni mekânda kendisini yabancı hisseder. Yerel yöneticiler, yönettikleri şehre, çok farklı mekânlardan kopup gelen hemşerilerimize, halen yaşadıkları ve nesiller boyu yaşamak istedikleri bu şehri tanıtmalı ve onu sevmesini sağlamalı. Çeşitli kent ve kasabalardan gelen insanlar Bursa’yı sevip mutlu olamazsa, kentte yapılan eserleri de koruyamayız. Midas’ın her tuttuğu altın oldu Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa’da yaşayanlar Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı. Orta yaştaki Bursalılar için, çocukluk yıllarındaki şehrin hızla değişmesi, başka kent ve kasabalardan kopup gelen göçmenlerde yarattığı kadar, belki de daha fazla etki yapıyor. Belki de bu nedenle, son yıllarda yayınlanan eski Bursa fotoğrafları bu kadar ilgi görüyor. Frigya kralı Midas, oğluna yardım ettiği için, “dile benden ne dilersen” demişti tanrı Dionisos. Aç gözlü kral Midas da “her tuttuğum altın olsun” demişti ya… Sonra da her tuttuğu altın olunca Midas’ın, çevresindeki çocuklarına, sevdiklerine bile dokunamamıştı, buz gibi soğuk ve cansız altın olacağı için. Bursalılar hep bizim evlerimiz bahçelerimiz ne zaman imar planına alınacak, beş kat, altı kat verecek diye diledi, bekledi yıllarca. Dileğim gerçek oldu sevgili Bursalılar, her köşe para, rant oldu. Ovamız yağmalandı, tarihi evleri yakıp yerine apartmanlar yaptık. Şimdi de, dokunacağımız her şey ranta dönüşeceği için, yıkımdan kurtulmuş Bursa’daki bazı değerlere dokunmaya korkuyoruz. Şehir Terbiyesi Ne demektir? Bir süre önce, üst kat komşularımızdan biri, çöplerini pencereden apartman boşluğuna atmıştı. İlk aşamada çok kızıp köpürmüştüm. Ancak çıkıp bu kadınla konuştuğumda, kadının hiç de kötü niyetli olmadığını gördüm. Çünkü kadın, geldiği köyünde de, çöplerini penceresinden atıyordu. Ortadaki tek sorun, bu ailenin yeni yaşam mekânı olan şehir kültürünü tanımamış olmasıydı. Yerel yöneticiler, Bursa’ya kırsal alandan gelen yeni hemşerilerine, sadece bu kenti sevdirmek için çaba göstermemeli, onlara şehir terbiyesi ve kültürünü de öğretmelidir. Kırsal kesimden şehre gelen göçmenler için en önemli yabancılaşma unsuru da, köyden getirdiği terbiye ve kültürüyle şehirde var olan terbiye ve kültür arasındaki çelişkidir. İşte kent kültürü denilen unsur da budur. Eski Bursa’da yaşayan şehir kültüründe, diğer şehirlere göre oldukça farklı özellikler bulunmaktaydı. Örneğin evden eve akan Pınarbaşı suyu nedeniyle bir su kültürü vardır. Hemen her evde bir müzik aleti bulunur, evlerde özellikle sanat müziği fasılları sık sık yapılır. Bursalılar dinlerine çok bağlı, ama asla tutucu değildir. zengin bir hamam kültürü ve yemek kültürü vardır. BURSA’nın Özellikleri Bursa’nın değerleri sürekli yitip gitmekte. Belki yeni yeni değerler üretilmekte olsa Bursalılar değerlerini istiyor. Bir asır önce Bursa’nın semtleri ve bazı yakın köylerinin özellikleri şöyleydi. * İnkaya’nın fasulyesi, ayısı Değişen Bursalılık Bursa’nın hızla kentleşmesi ve yoğun nüfus artışına karşın, kimliğini her şeye karşın korumasında yerel yönetimlerin fazla bir katkısı yok; Yukarıda bahsettiğim Göç Sempozyumu’nda, bazı kent ve semtlerde, özellikle Güneydoğu Anadolu’dan gelen göçlerin yarattığı sorunlar tartışıldı. Rakamsal istatistiklerle, bu bölgelerden yaşanan göçle söz konusu semt veya şehirlerde gasp, kap-kaç başta olmak üzere suç oranının birkaç misli arttığı vurgulandı. Oysa Bursa, çok daha şok edici yoğun göçler yaşamış olmasına karşın, İstanbul’a, kırsal kesimlerden gelen göçmenlerin yarattığı sorunları hiçbir zaman yaşamadı. Bu açıdan Bursa çok şanslı sayılabilir. Ancak son günlerde Kapalıçarşı önünde, turistleri bıktırırcasına mendil satmaya çalışan, ya da orada-burada boyacılık, satıcılık yapmaya çalışan, hatta kandil günleri sokağımızı kapatıp adeta zorla para toplamaya çalışan çocuklar türedi. Oysa, bu çocukların yasal olarak çalışmaları yasak değil mi, bu çocukların okullarda olması gerekmiyor mu? Yukarıda yazdığım gibi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç Sempozyumu’nda yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı. Tekrar aktarıyorum:
Ortaylı’nın İstanbul için ileri sürdüğü bu senaryo umarım Bursa için gerçekleşmez. İstanbul’da yaşanan deneyimi, yerel yöneticilerimiz iyi takip etmeli ve zamanında önlem almalı. Bursa kültüründe, asırlarca yaşamak gayesiyle kentimize gelen her hemşerimize kucağını açmak vardır. Onlara yardım ederiz. Ama bizim kültürümüzde asla, yağmacılık, gasp ve işgalcilik yoktur. Bursalılar, her zaman yasalara ve yerleşmiş değerlere saygı duyar En son Ebru K.Türk tarafından Sal 28 Mar 2006, 02:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi. |
||
Bursa birçok şair, yazar ve gezgine konu olduğu halde bu başlığı yeterince besleyemediğimi düşünüp birşey bulabilir miyim umuduyla elimdeki kaynaklara bir göz gezdirdim.Sonunda bazılarınızda bulunduğunu sandığım bir dergiden 1906 yılında birkaç kez Bursa’ya gelen Ünlü İngiliz Seyyah Richard Davey’in yazısına ulaştım.Bu yazıda Bursa’nın herhangi bir olgusu konu edilmemiş, Bursa’nın geneli tasvir edilmiş.Benim gibi nostaljik bir gezi yapmak isteyenler için tam yüzyıl önceki Bursa’yı buraya taşımayı uygun buldum.Uzun olduğu için oldukça kısalttığım yazının bir kısmını(şimdilik) sizinle paylaşıyorum. İngiliz Seyyah Richard Davey’in Bursa Üzerine Yazdıkları Öyle yerler vardır ki doğal ve mimari güzelliklerinin tarifi imkansızdır.Bu yerler arasında benim gittiğim ve hayran kaldığım yerlerden biri de Bursa’dır.Osmanlı İmparatorluğu’nun eski başkenti olan bu şehir,M.Ö 200 yıllarında Hannibal’in Bithynia kralı Prusias’ı ikna ederek Olympos’un (Uludağ) eteklerine kurulmuştur. “Zeus’un tahtı”nın genel görünümü devasa boyutlarda dahi olsa,resim güzelliğindeki İngiliz kasabasını çevreleyen tepecikleri hatırlatıyor.Doğal görünüm neredeyse tıpatıp aynı,fakat benzerlik orada bitiyor.Bursa çok büyük ve gösterişli,Malvern ise sadece şirin. Bazı yazarlar Zeus’un sarayının bu Olympos’ta olmadığını iddia etselerde ben burada olduğuna inanmaktayım.Kanaatim odur ki,dünyada başka hiçbir dağ,tanrıların ikameti için bu kadar uygun olamaz. …Ve nihayet Hotel D’ Anatolie’ye vardığımızda yemekten hemen sonra dışarı çıktım ve Bursa’nın dar sokaklarındaki ilk gezintime başladım.Hemen farkettim ki Doğu’da da resimsi güzelliğe zarar vermeyen bakımlı yollar ve temiz caddeler bulmak mümkün.O yürüyüşü asla unutamam!Harika bir akşamüstüydü.Hava sıcak ve sokaklar temizdi.Bu sokaklar her köşede yeni bir resim yaratıyorlardı,özellikle Beyoğlu’nun tekerlek delikleri ve çukurlarından sonra.Burada devasa İsviçre şelalelerine benzemeyen,bazen minareleriyle ve kubbesiyle ulu bir caminin silüetini bozan çok güzel cumbalı ahşap Türk evleri vardı. Pazar, cennetin rüzgarlarına açıktı.Bu pazardan alınması gereken ilginç şeyler var.Fakat bana öyle geldi ki,pazarın büyük bir kısmı Bursa kumaşı ve havlusu üreten Fransız ve Belçikalılara kaptırılmış durumdaydı.Özellikle mobilya kaplamada kullanılan çizgi satenler,eski kalıplar ve boyalar kullanılarak tekrar üretildikleri için beni çok etkilediler.Fakat daha sonra Türk kadınlarının nadiren bu kumaşları satın aldıklarını ,daha çok Manchester pamukluları,Torino ve Lyon ipekleri gibi daha zengin görünüşlü ve daha sağlam Avrupa mallarını tercih ettiklerini öğrendim.Bursa’da üretilen ipeğin tamamına yakını ihraç ediliyordu.Korkarım,her ne kadar hiçbir dönemde şimdiki kadar güzel tülbentler ve bezler üretilmediyse de,renkler ve tasarımlar sanatsal güzelliklerini kaybetmişler. High Street’e döndüğümüzde (otele giden yola bu adı verdim)bir yahudi bayramının arifesi olduğunu ve burada yahudilere ait pek çok evin ışıklandırıldığını gördük.Pencereler açık olduğundan bu eski kıyafetlerini giymiş ve yemek yemek üzere toplanmş aile tablosunu izleyebiliyorduk.Her sofranın ortasında,Finlandiya ya da Hollanda’da her pazar yerinde görebileceğimiz lambalardan bulunduğunu fark ettim;bir kütük ve ucunda gagavari bir burun,tam anlamıyla antika,eski dünyaya ait bir lamba.Yine de çok iyi bir aydınlatma aracı olduğu söylenemez.Sinagog da sayısız şamdan ile aydınlatılmıştı ve içeride keyifli bir kalabalık şarkı söylüyordu. |
||
Bursa’yı kuran bir vezir ailesi;
KARA TİMURTAŞ ve OĞULLARIOsmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük katkıları olan çok sayıda önemli aile, Bursa’nın imarına da katkıda bulunmuştu. Çandarlı, Hacı İvaz Paşa, Lala Şahin Paşa ve Bayezid Paşa ile onların ailelerinin Bursa’da çok sayıda hizmetleri vardır.Apolyont Gölü üzerinde bulunan Gilyos Adası’nı zapteden Kara Ali, buradaki kilise papazının güzel kızı ile evlendi. Bursa’nın her köşesinde izlerini görebileceğimiz Kara Timurtaş’ın annesi işte bu papazın kızıymış…Bursa’nın fethinden sonra bir İslam şehri olarak Bursa’nın kurulmasında önemli etkisi olan ailelerin başında Kara Timurtaş ve oğulları gelir. Nitekim bugün bile, Bursa’da Kara Timurtaş oğullarının her köşede izlerini görebilirsiniz. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük katkıları olan çok sayıda önemli aile, Bursa’nın imarına da katkıda bulunmuştu. Çandarlı, Hacı İvaz Paşa, Lala Şahin Paşa ve Bayezid Paşa ile onların ailelerinin Bursa’da çok sayıda hizmetleri vardır. Bugün Bursa’da çok sayıda cami, hamam, türbe ile adlarına mahalle olan çok sayıda Kara Timurtaş oğlu var… Kara Timurtaş Paşa Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde, Bursa’da dört tane Timurtaş Paşa vardı. Bunlardan ikisi çok ünlüydü. Bunlar, Çakırhamam önünde mezarı bulunan Gazi Timurtaş Paşa ile Demirtaş semtine adını veren Kara Timurtaş Paşa’dır. I. Murad ve I. Bayezıd döneminde yapılan savaşlarda önemli rol almış Kara Timurtaş, Kara Ali’nin oğludur. Dedesi ise Osman Bey’in silah arkadaşı Aykut Alp’tir. (öl. 1325) 1310 yılında doğan Kara Timurtaş Paşa, Lala Şahin Paşa’nın ölümünden sonra Rumeli Beylerbeyi oldu. Süleyman Paşa ile Rumeli’nin fethine katıldı. Balıkesir’deki göçebeleri Rumeli’ye sürmüş ve yerleşmesini sağlamıştı. Şehzade Bayezıd’a lalalık etti ve birinci veziri oldu. Balkanlar’da yapılan savaşlara katıldı ve büyük yararlılıklar gösterdi. Timurtaş Paşa, Gemlik’i kuşatıp alınmasını sağlamıştı. Bir süre Karamanoğulları’nın Bursa’yı işgali sırasında tutsak düşen Paşa, daha sonra serbest bırakıldı. Kapıkulu süvarileri ve voynuk denilen askeri sınıfların kurulmasına ön ayak olmuştu. İlk kez belirli bir giysiyi askerlere giydirmişti. 1403 yılında Bursa’da yaşamını yitirdi. 1398 yılında öldüğü söylense de mezar taşında 1403 yılında öldüğü yazılıdır. Bursa’da kendi adını taşıyan mahallesindeki caminin yanına gömülmüştür. Bursa’da camisinin dışında hamam ve başka eserleri de vardır. Fatih, Timurtaş oğulları Osmanlı döneminin ilk deniz seferi, Gilyos Adası’nın fethi olarak kabul edilmektedir. Ancak bu adanın neresi olduğu bilinmemekteydi. Oysa bu ada, Ulubat(Apolyont) Gölü içindeydi. Kara Ali, 1303 yılında kendisine verilen bir askerî birlikle Apolyont (Ulubat) Gölü üzerinde bulunan Gilyos Adası’nı zaptetmiş, burada görevli bulunan papazı ailesiyle birlikte Osman Bey’e getirmişti. Osman Gazi de papazın güzelliği ile meşhur kızını Kara Ali Bey’le nikâhlamış. İşte bu papazın kızı, Kara Timurtaş’ın annesi, en az kendisi kadar ünlü dört ünlü oğlu Mehmet Çelebi, Yahşi Bey, Ali Paşa, Oruç Paşa ve Umur Bey’in ise büyük anneleri… Timurtaş oğullarının kültür hizmetleri Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’den başlamak üzere, yapılan fetihlerde önemli rol oynayan ve devlet bürokrasisinde de en üst görev olan vezirlik makamına ulaşan Kara Timurtaşoğulları ailesi Bursa’nın kültür ve sosyal yaşamına katkı sağlamıştı. Özellikle II. Murat döneminde Timurtaş ailesi devlet içinde çok güçlü bir duruma gelmiş, aynı anda beş vezirin görev yaptığı divanına üç vezir vermeyi başarabilmişti. Timurtaşoğulları sadece devlet hizmetinde görev yapmamış, kendisi ve oğulları birçok vakıf kurmuştur. Timurtaş Paşa, sadece askerî seferlerde değil, ordu teşkilâtının kuruluşunda da Osmanlı devletine önemli katkılar sağlamıştı. I. Murat zamanında, Balkanlar’da Lala Şahin Paşa’dan sonra ikinci beylerbeyi olan Kara Timurtaş Paşa, Çandarlı Ali Paşa’ya kadar devam eden tek vezir uygulamasının kaldırılmasıyla ikinci vezir unvanını almıştı. Osmanlı egemenliği sağlandıktan sonra bazı askerî örgütlenmeler oluşturma kararı alınınca, Kara Timurtaş Paşa’nın önerileriyle tımarlı sipahilerde yeni bir yapılanma içine girmişti. Bu gelişmeler sırasında Timurtaş Paşa’nın önerileri doğrultusunda kapıkulu askerlerinden maaşlı süvari birliği kurulmuştu. Ayrıca savaş sırasında levazım sınıfı ile süvarilere yardım eden Voynuk sınıfı oluşturulmuştu. Ölen sipahilerin tımarlarının erkek evlâdına verilmesi yöntemi de, yine Timurtaş Paşa’nın önerisiyle uygulamaya konulmuştu. Kara Timurtaş Paşa’nın Yıldırım zamanında da ordu için yeni düzenlemeler yaptığı görülür. Timurtaş Paşa, bu dönemde askerlerin sayısı çok olması nedeniyle bir karışıklığa meydan vermemek için askerlerin sınıflarına göre tek tip giysi giymesini önermiş, onun önerisi sonucunda kapıkulu sipahilerine ve Enderun oğlanlarına ak külâh giydirilmiş, saltanat makamının ileri gelenlerine de kızıl börk giydirilmeye başlanmıştı. Ganimet malları Bursa’da yapılan cami, han, hamamların büyük bölümü, Rumeli’nde Hıristiyanlarla yapılan savaşlarda elde edilen ganimetlerle yapılmıştı. Savaş ganimetleri ise, Bursa’da bir kültür eserine dönüşüyordu. Ancak Timurtaş Paşa’nın ganimetlerinin büyük bölümü, Hıristiyanlarla savaştan değil, bir Türk ve Müslüman olan Karamanoğlu’yla yapılan savaş sonunda elde edilmişti. Osmanlı Beyliği’nin en güçlü rakiplerinden olan Karamanoğulları ile 1387 yılında yapılan savaşta Kara Timurtaş Paşa, Rumeli askerlerinin başında çarpıştı. Konya önlerinde meydana gelen savaşta Karamanoğlu Alaaddin Bey, ordugâhını terk edip kaçınca, onun bıraktığı bütün mallar, Kara Timurtaş’a verildi. İşte Timurtaş Paşa’nın Bursa’da yaptırdığı eserlerin büyük bölümü bu parayla yapılmıştı. Kara Timurtaş Paşa, 1389 yılındaki Birinci Kosova Savaşı’na katılmış, Şehzade Bayezid ile birlikte ordunun sağ kanadında komutan olarak görev yapmıştı. Yıldırım Bayezid döneminde de Sırplar’ın elinde bulunan tüm madenleri de ele geçirmişti. İlk Türkçü: Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey Kara Timurtaş Paşa’nın dört oğlundan üçü: Oruç, Yahşi ve Umur Bey çok ünlüdür. Her biri için adına eserler ve mahalleler kurulu bulunan devlet adamları, Bursa’nın imarı için büyük hizmet vermiştir. Ancak bunlardan Umur Bey, hepsinden ünlü ve önemli bir devlet adamıdır. 1421 yılında vezir olan Umur Bey, 1430 yılında Umurbey Mahallesi’ndeki cami, kütüphane, hamam ve müştemilatını yaptırmıştı. Ayrıca Tuzpazarı’nda kervansaray ve hamam, Edirne’de mescit, Bergama’da medrese, hamam, Biga’da cami, Afyon’da cami, medrese, kervansaray, hamam yaptırmıştı. 1460 yılında ölmüştür. Vakfiyesine göre Umur Bey, çok sayıda değerli kitap da vakfetmiştir. Ancak bu kitaplardan bugün bir iz yok. Bir de Hisar’da Umurbey Mescidi ve mahallesi vardı. Bugünkü Gemlik’e bağlı Umurbey beldesine adını veren Umur Bey, Pars Bey’in torunu, Yakup Bey’in oğludur. Umur Bey, adı duyulmamış eski bir Türkçüdür. Avuç dolusu altın vererek birçok tıp kitabını Türkçeye çevirtmiştir. Türk dili için birçok girişimlerde bulunan Umur Bey, o tarihe kadar tüm vakfiyeler Arapça iken, kendi vakfiyesini özellikle Türkçe yazdırmıştır. Bursa’da bulunan ilk Türkçe yazıt da bu kişinin yaptırdığı caminin kapısındaki yazıttır. |
Kaynak:http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=181847#181847